ÜTOPYA

a228ab36322f172767c843efee5ee680

Uyandı. Dev bir sarmaşığa, sımsıkı sarılmıştı. Aşağı baktığında, yemyeşil ağaçların birbirine dokunan dallarından oluşmuş bir sonsuzluk görüyordu. Zemini göremiyor olmanın onda yarattığı sonsuzluk hissi, incecik bir korkuya kapılmasına sebep oldu. Sonunu göremediği bir boşluğun tepesinde asılı kaldığını anlayıp, yukarıya baktı. Dev sarmaşık gökyüzüne doğru ulaşıyor, yumuşacık bulutların arasından süzülerek, yine sonunu göremediği bir boşluğa doğru devam ediyordu. Aşağı ve yukarı sonsuzluk arasında sıkışıp kaldım, dedi kendine. Hangisine bakmaktan daha çok korktuğunu kestiremedi. Ama aşağıya inmenin iyi bir fikir olmadığını düşünüyordu. Gözü yükseklerde biri olduğundan değildi bu. Yalnızca, hissettiği dayanılmaz yorgunluğu, aşağıdan bulunduğu noktaya tırmanmış olmasına yoruyordu.

Nelerden geçtim ve hangi dikenlerden yara aldım kim bilir, diye düşündü. Sarmaşığa sımsıkı sarılan incecik kollarına baktığında, sayısız çizik görüyordu. Çok mücadele etmiş olmalıyım, fakat hatırlayamıyorum dedi içinden. İçinde neye dair olduğunu bilmediği bir karmaşa hissediyordu. Etrafında tarifsiz bir dinginlik vardı. Hafif bir rüzgardan ahenkle sallanan ağaçları, uzaklardan gelen kuş seslerini dinledi. Dinginliği içine almaya ihtiyaç duyduysa da, içinde bir yerlerde dışarıdan gelen her şeye kapanmışlığı hissediyordu. Bir rüyada mıyım, diye düşündü. Bunun cevabını almaya korkuyordu. İnsanların arasındayken de, bunu sıklıkla kendine sorardı. İyi veya kötü herhangi bir an içinde, bir rüyada mıyım derdi kendine. Rüyada olmaktan korkardı ve rüyada olamamaktan da. Gerçekliğe adapte olmakla ilgili bir problemim mi var? Gerçeklikten uzaklaşmış olduğumu kabullenmekle ilgili bir problemim mi var?

Aniden; küçük, mavi bir kuş belirdi. Mavi demek haksızlık olurdu belki. Mavinin her tonunu barındıran, mavinin gökkuşağı bir kuştu o. Renkleri muhteşem olsa da, sevimsiz bir suratı vardı kuşun. Mavilerinin güzelliğine hiç yakışmayan çirkinlikte bir gagası vardı fakat şefkat yüklüydü bakışları. Gagasını hiç oynatmadan, ‘’Hadi’’ dedi. ‘’Sana yardım etmeye geldim.’’ Onunla nasıl iletişim kurması gerektiğini kestiremedi. İç sesinden başka bir sesi yokmuş gibi hissediyordu. Ama kuşun sessiz cümlesi, onda garip bir büyüyü uyandırdı. Konuşmadan anlaşabilmek.. Bunu hep hayal etmişti. Belki de burası her şeyin mümkün olduğu bir rüya gezegenidir, diye düşündü.

‘’Seninle gelemem. Beni taşıyabileceğini sanmıyorum.’’

Dingin ve tatlı bir rüzgarın hakim olduğu ormanda, aniden şiddetli bir fırtına çıktı. Bütün ağaçların bir anda, yere değecekmiş gibi sallandığını gördü. Ağaçlar, jimnastikçi kızlar gibi, sağa ve sola, yıkılmadan, bilmem kaç derecelik açıyla eğiliyorlardı. Kökleri sonsuza uzanıyor olmalı, diye düşündü. Uzaktan gelen kuş sesleri yerini fırtınanın uğultusuna ve uçuşan ormanın gürültüsüne bıraktı. Bir tek onun sımsıkı sarıldığı o dev sarmaşık yerinden kıpırdamıyordu. Dev sarmaşık her şeye direniyor, her şeye direniyoruz birlikte, diye düşündü. Belki bu yüzden buradayım.

‘’Bana güvenmek zorundasın. Uzat elini bana..’’

Güven. Telaffuzu kolay olsa da, hazmedilmesi ne zor kelime, dedi içinden. Korkuyordu. Yapışıp kaldığı ve ne yukarıya, ne aşağıya gidebildiği o dev sarmaşık onu kendine bağlamıştı. Alıştığın limanı terk et, dedi kendine. Alıştığın limanı terk et ve geriye dönüp bakma bile.

‘’Sana nasıl güvenebilirim? Sen sadece bir kuşsun.’’

‘’Başka şansın yok.’’

Gözlerini sımsıkı kapatıp, bir elini kuşa uzattı. Gözlerini yeniden açtığında, az önce telepatik bir iletişim kurduğu o küçücük mavi kuşun, dev bir Simurg (Anka kuşu)’na dönüştüğünü gördü. Daha önce mavinin tonlarından oluşan bedeni, bakır renginin hakimiyeti altına girmişti. Anka kuşunun bir efsane olduğunu sanıyordu. Bunu kimseye anlatamam, bana deli derler, diye düşündü. Uçsuz bucaksız ormanın üzerinde, oldukça yüksekten uçuyorlardı. Fırtına devam ederken, onları bir şekilde hiç etkilemiyordu. Ve fırtına, hiçbir şeye zarar vermiyordu. Sadece yerinden oynatıyordu. Fırtına, ormana göz dağı veriyor, diye düşündü.

‘’Nereye gidiyoruz?’’

Bir cevap alamadı. Telepatik güçlerini yitirdiğini veya Anka’nın onunla iletişim kurmak istemediğini düşündü. Uzun bir süre uçmaya devam ettiler ve üzerinden geçtikleri ormanı, nehirleri, küçük orman insanlarını seyretti. Bunlar gerçekten küçük insanlar mıydı, yoksa yukarıdan mı küçük görünüyorlardı emin olamadı. Diğer insanlardan farklı oldukları kesindi. Anka yavaşça alçalmaya başladı ve en sonunda yere indiler. Büyük bir mağaranın önünde, ayağı yere bastığı anda, onu terk etti. Anka’nın yeniden gökyüzüne doğru, müthiş bir zarafet ve heybetle uçuşunu hayranlıkla izledi.

Başını önüne eğdiğinde, karşısında üç dev insan ayağı gördü. Hepsinin de sadece baş parmakları vardı. Başını yeniden yukarıya kaldırıp, onlara baktı. Kadın veya erkek olduklarını söylemek zordu. Cinsiyetsizlerdi belki de. Yukarıdan küçücük görünürken, karşısında devi andırıyorlardı. Küçücük kalmıştı, karınca gibiydi. Hepsi birbirinden farklıydı. Birinin burnunun olması gereken yerde bir gözü daha vardı. O üçüncü göz diğer ikisinden biraz daha küçüktü. Diğerinin her iki tarafta ikişer olmak üzere, toplamda 4 kulağı vardı. Sonuncusunun ise yüzünde ağzı yoktu. Boynunda bir pranga ve o pranganın üzerinde zincire vurulmuş kocaman bir ağız vardı. Üç gözü olan en önde duruyordu. O, liderleri olmalı diye düşündü. Öne doğru bir adam daha atarak kocaman elini uzattı:

‘’Seni bekliyor.’’

Artık telepati yoktu. Cümleler ağızdan dökülüyordu. Onu bekleyenin kim olduğunu bilmese de, kendini Amak-ı Hayal’e sıkışmış hissediyordu. İçinde gizli kalmış bir yanı, buraya daha önce gelmiş olduğunu söylerken, diğer yanı her şeyin yabancısı gibi hissediyordu. Küçük mavi kuşun söylediğini hatırladı aniden, ‘’Bana güvenmek zorundasın. Başka şansın yok.’’ Küçücük elini, o dev ele uzattı. Ve ayaklarının yerden kesildiğini hissetti. Bu uçmak kadar müthiş bir duygu olmasa da, ona kesinlikle çok yakındı. Bilinmezliğe doğru gitmenin korkunç gelmesi gerekirken, ona büyülü geliyordu. Burada olmamın mutlaka bir sebebi olmalı, diye düşündü. Her neyse, bunu öğrenmeden geri dönmeyeceğim, dedi kendine. Geride ne olduğunu da bilmiyordu zaten. Nereden geldiğini ve kim olduğunu hatırlamıyordu. Bir uykudan uyandığını, yorgun olduğunu ve çok savaştığını biliyordu sadece. Ama ne için, kim için, kim olarak savaştığını hatırlamıyordu. Sorular var, cevap yok, dedi kendine.

Mağaranın duvarlarında, ilk çağlarda olduğu gibi geyik, mamut, boğa gibi hayvanların ve avcıların el figürlerinin resimleri vardı. Mağaranın içerisine doğru ilerledikçe, resim sanatı kronolojik bir şekilde ilerliyor gibiydi. Burada dünya sanat tarihinin her aşamasını bulmak mümkündü. Rönesans, Barok, Neo-Klasisizm, Romantizm diye uzayan listede günümüz çağdaş sanatına kadar uzanıyordu.

Daha önce hiç mağara duvarına resmedilmiş çağdaş sanat görmemişti.   Oldukça büyük, şaşalı bir kapının önünde durdular. Üç gözlü dev, onu yere indirdi. Ve kapıyı 3 defa vurduğunda, kapı ardına kadar, kendiliğinden açıldı. Ürkek adımlarla, geniş salona girdiğinde, kapılar ardından büyük bir gürültüyle kapandı. İçinde bulunduğu oda bomboş ve bakımsızdı. Şaşalı kapıların ardından böyle bir şey çıkacağını hiç tahmin etmemişti. Solundaki dev pencerelerin önünde, karşılıklı iki sandalye vardı. Sandalyelerden birinde, normal sayılabilecek ebatlarda bir insan oturuyordu. Ona doğru yaklaştığında, yine cinsiyetini kestiremedi. Kirli bir sakalı vardı, ama bir kadının dudaklarına sahipti. Elleri inanılmaz narin bir kadının ellerini andırırken, çıplak ayakları ise ancak bir erkeğe ait olabilirdi. Tedirgin bir şekilde, eliyle gösterdiği sandalyeye oturdu.

‘’Zamanı gelmişti. Korkma.’’

Korkuyordu. Bu insanlar onu nereden tanıyordu? Kendisi bile kim olduğunu kestiremezken..

‘’Kim olduğunu bulamamanın suçu kimdedir?’’

Anlaşılan telepati devam ediyordu. Düşüncelerini kontrol altına almaya çalışarak, hazır cevap halini takındı:

‘’Hiçbir şey anlamıyorum. Neden buradayım?’’

Karşısındaki insanın, bilgiç bir gülümsemeyle ona baktığını gördü. Bu endişeli halden zevk alıyor gibiydi. Bir anda sağ elinin iki parmağını şıklattı ve bomboş olan oda, barok döneme ait eşyalar ve tablolarla doldu. Şaşkınlıkla etrafa bakmaya başladığında, arkasındaki büyük duvarda yer alan Rembrandt’ı gördü. Night Watch. Bu tabloyu biliyordu.

4ba5afd0b3256549c7ac50116c92451f

‘’Bunu nasıl yaptınız?’’

Sihirli olduğuna inandığı insan, yüksek volümlü, şen bir kahkaha attı. Sanki her şey çok normalmiş gibi davranıyordu. Belki de uyumsuz olan benim, diye düşündü içinden. Ve sihir, konuşmaya başladı:

‘’Bunu sen de yapabilirsin. Sana bunun için sonsuz bir hayal gücü bahşettik. Kendini var olmayan bir gerçekliğe hapsettiğin için buradasın. Onların yarattığı gerçekliğe hapsolduğun için buradasın. Bana neden bu kadar mutsuz olduğunu anlat. Kolundaki yaraların hikayesini biliyor musun?’’

Kollarındaki yaralara baktı. Hikayesini hatırlamıyordu. Neden mutsuz olduğunu bile bilmiyordu. Mutsuz muydu ki?

‘’Ben.. Hatırlamıyorum. Mutsuz olduğumu bana siz söylediniz. Anlayamıyorum.. Hiçbir şeyi anlayamıyorum.’’

Sihir, yeniden parmaklarını şıklattı. İçinde bulundukları odada, sayısız küçük ekran belirdi. Her yanlarını sarmış ekranlarda, tanıdığı insanlar;  ailesi, arkadaşları ve sevdiği adama dair görüntüler vardı. İzlediği görüntülerin hepsi, geldiği hayattan parçalardı. İzlerken, hepsini hatırladığını anımsadı. Ve hepsinden kaçtığını. Kaçtığı için burada olduğunu düşündü. Bulunduğu yerin bilinç dışı olduğunu düşündü. Sarsıldı. Ve Sihir, parmaklarını yeniden şıklatarak, odayı boşalttı.

‘’Kaçtığın için kendine kızma. Kaçmak söylenildiği kadar kötü değildir. Burada önemli olan, nereye sığındığın. Kendinden kaçamazsın küçüğüm.. Kendine sığınmaktan korkma. Sen, evinsin. Sen, sığınağınsın. Bir şey söyleyeceksem, bir tek kendinden kaçma derdim sana. Şimdi, sormak istediklerini sorabilirsin.’’

‘’Neredeyim?’’

‘’Nerede olduğunu biliyorsun.’’

‘’Neden cinsiyetiniz yok? Ve konuşan kuşlar, Anka, dışarıdaki devler, siz.. Bunlar gerçek değil dimi?’’

Sihir, hayal kırıklığına uğramış bir ifadeye büründü. Sağ elinin parmaklarını yeniden şıklattığında, elinde bir ayna belirdi. Kötü kraliçenin aynasına benziyordu. Aynayı birden, kadının yüzüne doğrulttu.

5747d7b1bf0bc05428012ce139e2d8ff

‘’Ne görüyorsun?’’

‘’Kendimi.’’

Parmaklarını yeniden şıklatarak, aynayı yok etti. Ayağa kalktı, biraz yürüdüğünde önünde bir masa belirdi. Bir sürahinin içinde, kırmızı bir sıvı ve iki kadeh vardı. Sıvıyı kadehlere doldurup, geri döndü ve kadının karşısında dikildi.

‘’Senin ismin Hayal. Senin ismin Güç. İsmin, Bilinç. İsmin, Ayna. Haydi iç şunu. Kırmızı şarabı sevdiğini biliyorum.’’

‘’Sorularımı cevaplamadınız..’’

‘’Hala anlamadın mı? Burada gördüğün her şey, hepimiz seniz. Dev sarmaşık, toplumsal normların seni nasıl kısıtladığının bir simgesi. O mavi kuş; senin umudun. En karanlık zamanlarda bile elinden bırakmamış olduğun.. Fırtına; hayatı nasıl gördüğün. Anka; umutlarının mucizeye dönüşü. Devler; insanların kusurları. Birine, dinlemeyi bilmediği için 4 kulak verdin. Diğerine, gönül gözünü kapattığı için üçüncü bir göz ekledin. Sonuncusunun, sözlerinle incittiğin insanlar için hissettiğin suçluluk duygusu sebebiyle, ağzını zincire vurdun. Hiçbirimizin cinsiyeti yok, çünkü burası senin ütopyan. Hep kadın ve erkeği değil, insan olmayı tartışmak istemedin mi? Ama buradaki tek kadın sensin. Neden?’’

Şarabından bir yudum alırken, başının döndüğünü hissetti. Kendi içimdeyim, dedi. Bu, büyü olmalı..

‘’Çünkü değişimi isterken, kendimden başlayamadım. Çünkü farkındalık, yeterli değil. Çünkü korktum. Korkuyorum. Belki en çok kendimden.. Herkesin acımasız olduğu bir dünyanın içinde, küçücük hissediyorum. Ben, Güç değilim. Ben de acımasız oldum. Ama ben, Zalim değilim. Yendiğimden çok daha fazla yenildim. Savaşmak istemiyorum ben, kazanmak istemiyorum. Yorgunum. Kollarımdaki yaraların hikayesi buradan geliyor.’’

‘’Öyleyse uyan. Ve aynan hep kendinden yola çıksın. Öyleyse, inan. Önce kendine, sonra aynayı doğrulttuğuna. Anka’yı düşün. Yenilmekten korkma, kazanmaktan korkma. Savaş. Mucizeler vardır. Biz o hayal gücünü, sana bunun için bahşettik.. Hayal etmekten korkma.’’

Uyandım. Kendi yatak odamda, gecenin sabaha kavuşmak üzere olduğu vakitte. Bir rüya gördüğümü anlatmak istedim. Ve yazdım, hayal gücümün bana bahşettiklerine..

 

-Tefrika Dergisinde yayımlanmış olan hikayem.-

Yorum bırakın